Soykırım Ne Demek
Soykırım Ne Demek
Soykırım, bir grubun varlığını ortadan kaldırma amacıyla gruplara karşı işlenen şiddet içeren suçlara karşılık gelen çok özel bir terimdir.
İnsan hakları, ABD Haklar Bildirgesi ya da 1948 Birleşmiş Milletler Evrensel İnsan Hakları Beyannamesi‘nde görüldüğü üzere, bireylerin haklarıyla ilgilidir.
Soykırımın Hukuki Tanımı
Birleşmiş Milletler’in 1948 tarihli Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ne göre bir eylemin soykırım olarak nitelendirilebilmesi için, belirli bir insan topluluğunun; milliyeti, ırkı, etnik kökeni veya dini dolayısıyla tümünün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetinin bulunması gerekir.
Tarihin ilk soykırımı
Avustralya’nın Tasmanya adasında Tasmanya Soykırımının bir parçası olan ve 1828-1832 yılları arasında yapılan Kara Savaş kaydedilen ilk modern soykırım örneğidir.
ABD Başkanı Joe Biden, 1915 olaylarını “Ermeni Soykırımı” olarak resmen tanıdı., ABD tarihinde ilk kez bir başkan resmi olarak “Ermeni Soykırımı”nı tanımış oldu.
Biden’den önceki ABD başkanları, 24 Nisan’da, 1915 olayları için “Ermeni soykırımı” yerine, “felaket” veya “tarihin karanlık dönemi” gibi ifadeler kullanıyordu.
Resmi olarak ‘Ermeni Soykırımı’nı tanıyan ülkeler’
Ankara’nın 1915 Olayları diye tanımladığı Osmanlı İmparatorluğu’undaki yüz binlerce Ermeni vatandaşın zorunlu göçe tabi tutulmasını “soykırım” olarak resmen kabul eden ülke sayısı ise .
Soykırım Ne Demek
Bugün “Ermeni soykırımı “nı resmen tanıyan ülkeler: Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Kıbrıs Rum Yönetimi, Çekya, Ermenistan, Fransa, Yunanistan, İtalya, Libya, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Hollanda, Paraguay, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Suriye, Vatikan, Venezuela, Uruguay.
Birleşik Krallık’ın parçaları olan Galler, İskoçya ve Kuzey İrlanda‘da soykırımı tanıyor ancak İngiltere henüz bu yönde resmi bir açıklama yapmadı.
İspanya’da da Bask Parlamentosu soykırım olarak tanımlayan bir deklarasyon yaptı.
Avustralya’nın Yeni Güney Galler eyaleti de 1915 olaylarını bir soykırım olarak kabul ediyor.
Bu, “soykırım” kavramının gelişiminde ciddi kavramsal ve hukukî ilerlemenin kaydedildiği bir zaman sürecini kapsar.
Soykırım olarak kabul edilebilecek bütün olayların detaylandırılmasına kalkışmaz. Daha ziyade soykırım teriminin nasıl şiddet karşıtı grupların yaygın tehditlerine yanıt veren siyasî, hukukî ve etik sözlüğün bir parçası hâline geldiğini açıklamaya çalışır.
“Soykırım” sözcüğünü üreten Raphael Lemkin, 1900 yılında Polonyalı Yahudi bir ailenin çocuğu olarak doğdu.
Anılarında önceden Osmanlıların Ermenilere karşı yaptığı saldırıların (birçok bilgin bunu soykırım olarak görür) tarihini, antisemitik katliamları ve bir gruba yönelik şiddetin tarihiyle ilgili okuma yaptığı anlatılır.
Birleşmiş Milletler 9 Aralık 1948’de, Holokost’un gölgesinde ve Lemkin’in yorulmak bilmez şahsî çabalarının da önemli katkısıyla Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ni onayladı.
Sözleşme “soykırım”ı sözleşmeye taraf ulusların “önlemeyi ve cezalandırmayı üstüne aldığı” bir uluslararası suç olarak tayin etti.
Soykırım sözleşmede aşağıdaki gibi tanımlanır:
Bu Sözleşme bakımından, ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir grubu, kısmen ya da tamamen ortadan kaldırmak amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden herhangi biri, soykırım suçunu oluşturur:
(a) Gruba mensup olanların öldürülmesi,
(b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel ya da zihinsel zarar verilmesi,
(c) Grubun bütünüyle ya da kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak, yaşam şartlarını kasten değiştirmek,
(d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla önlemler almak,
(e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek,
Tarih boyunca birçok grup-hedefli şiddet vakası vuku bulmuşken ve hatta Sözleşme yürürlüğe girdiğinden bu yana, terimin hukukî ve uluslararası gelişimi iki ayrı tarihsel döneme yoğunlaşır: Terimin keşfinden uluslararası hukukta kabulüne kadarki dönem (1944–1948) ve soykırım suçunu kovuşturmak için uluslararası suç mahkemelerinin kurulmasıyla terimin etkinleştiği dönem (1991–1998).
Soykırım Ne Demek
Sözleşmenin diğer bir temel yükümlülüğü, soykırımı önlemek, ulusların ve bireylerin yüzleşmeye devam ettikleri bir zorluk olarak duruyor.
Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından kabul edilmiş ve Ocak 1951’de yürürlüğe girmiştir.
Sözleşme, avukat Raphael Lemkin tarafından Simele katliamı, Holokost ve Ermeni Kırımına atfedilen soykırım terimini yasal olarak tanımlamaktadır. Sözleşmeye taraf ülkeler, soykırım suçunu önlemek ve cezalandırmakla yükümlüdürler.
Sözleşmeyi şu ana dek onayan ülke sayısı 140’tır.
Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’ndede Soykırım
Suçu
Soykırım Suçunun Tanımı
09.12.1948 tarihinde BM Genel Kurulu’nda kabul edilen Soykırımın Önlenmesi ve
Cezalandırılması Sözleşmesi ile müstakil bir suç niteliği kazanan soykırım suçunun23
tanımı, 2. maddede yapılmıştır.
Ancak tanımın yapılmasında Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin başlangıç kısmı ile 1. maddesi, bu tanımın alt yapısını oluşturmaktadır.
Sözleşmenin başlangıç kısmında soykırımın BM’nin ruhuna ve amaçlarına aykırı olduğu, uygar dünya tarafından lanetlendiği, tarihin her döneminde insanlık için büyük kayıplara yol açtığı, uluslararası hukuk açısından bir suç teşkil ettiği ve bu iğrenç suçtan insanlığın kurtarılması için uluslararası işbirliğinin gerekli olduğu belirtilmiştir.
Bu bağlamda 1. maddeyle önleme ve cezalandırma görevi düzenlenmiştir.
Sözleşmenin 1. maddesine göre sözleşmeye taraf olan devletler, gerek savaş gerekse
barış zamanında önlemeyi taahhüt ettikleri soykırımın uluslararası hukuka göre bir suç
olduğunu teyit etmişlerdir.
Sözleşmenin başlangıç kısmı ve 1. maddesi değerlendirildiğinde, soykırımın
uluslararası hukuka göre bir suç olarak kabul edildiği görülmektedir.
Yalnızca devletler değil gerçek kişiler de soykırım suçundan sorumlu tutulabilmektedir. Bunun dışında devletlerin sorumluluğu da yalnızca soykırımın cezalandırılmasıyla sınırlı olmayıp aynı zamanda soykırımın önlenmesini de kapsamaktadır.
Yani sözleşmeyle devletler, suçu önleme ve cezalandırma yükümlülüğü altına girmektedir.
Ayrıca soykırım suçunun işlenebilmesi, sadece savaş zamanını değil, barış dönemini de içine almaktadır Soykırım suçunun tanımlandığı 2. madde, “Soykırımı Oluşturan Eylemler” başlığını taşımaktadır.
2. maddeye göre millî, etnik, ırkî veya dinî bir grubu kısmen veya tamamen
ortadan kaldırmaya yönelik olarak işlenen ve beş bent hâlinde belirtilen aşağıdaki
fiillerden her biri, soykırım suçunu oluşturmaktadır:
a. Grup üyelerinin öldürülmesi,
b. Grup mensuplarında ciddî bedenî ve zihnî zarara sebep olma,
c. Grubun fizikî varlığını kısmen veya tamamen ortadan kaldırmaya yönelik olarak
kasten yaşam şartlarını değiştirme,
d. Grup içinde doğumları önlemek amacıyla tedbirler dayatma,
e. Gruba mensup çocukları zorla başka bir gruba nakletme.
2. maddede ilk ele alınması gereken husus, maddede işaret edilen gruplardır.
Suçunun esası, bir grubu yok etme niyetine dayanır.
Grubu ortaya çıkaran sosyal ilişkilerin dayanağı olan grubun niteliği, bu suçun özünü teşkil eder ve soykırım da doğrudan doğruya bu ilişkiyi hedef almaktadır.
Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde düzenlenen mağdurların kimliği, soykırım suçunun temel özelliklerinden birini oluşturmaktadır.
Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde, soykırım suçunun
mağduru olarak belirtilen grupların tespitine yönelik bir ölçüt yoktur.
Bu sebeple ulusal ve uluslararası mahkemelerin çeşitli davalarda yaptıkları yorumlarla bu
grupların kapsamı belirlenmiştir.
“Millî, etnik, ırkî ve dinî” başlıkları altında sayılan gruplar doğumla belirlenen, kalıcı üyeliğe bağlı olan ve sabit nitelikli topluluklardır.
Bu grupların ortak özelliği, reddi mümkün olmayan ve irade dışında süreklilik arz eden
yapılar olmasıdır.
Sayılan gruplar dışında kalan siyasî, kültürel, ekonomik, vb. gruplar,
sözleşme kapsamı dışında kalmıştır.
Ayrıca mağdur olan gruplar, sayısal olarak azınlık olabileceği gibi bulundukları toplum içinde çoğunluğu da teşkil edebilirler.
Kısacası, sözleşmede belirtilen gruplar sayma yoluyla belirlenmiştir.
Sınırlayıcı bir şekilde sayılan bu gruplara yönelik olabilir. Bunların dışındaki gruplar, sözleşmenin korumasından yararlanamazlar.
Bir başka husus da bu grupların toplum içindeki gücünün ve konumunun dikkate alınmamış olmasıdır.
Nüfus yoğunluğuna sahip olmak, ekonomik açıdan güçlü olmak, ilgili coğrafyada hâkim kültürü temsil etmek gibi ölçütler soykırım suçuna maruz kalınmayacağına karine teşkil etmemektedir.
2. maddede tanımı yapılan soykırım suçunun gerçekleşebilmesi için, bahsi geçen
grupların bir grup olarak, kısmen veya tamamen ortadan kaldırılması gerekmektedir
Buradaki “grup olarak” tabiri, anlam doğuracak şekilde yorumlanmak durumundadır.
Suçun mağdurları, söz konusu gruplardan birine mensup olmaları dolayısıyla failin
hedefi olmalıdırlar.
Bireylerden ziyade bireylerin oluşturduğu gruba yöneliktir. Soykırım suçunun faili açısından “grup olarak” kavramı, grubu
meydana getiren ve oluşturan özelliklerden kaynaklanmaktadır.
Bu bağlamda, grupların seçilme gerekçeleri değil, grupların hedef olarak seçilmesi önem taşımaktadır.
Bu da ortaya, kitle hâlinde mağdurları ortaya çıkarmaktadır. Suçunun mağdurları, bahsi geçen grupların mensubu olarak algılanıp damgalandıkları ve hedef seçildikleri için hukuka aykırı eylemlerin muhatabı olmaktadırlar.
Dolayısıyla mağdurların kesin olarak bu gruplardan herhangi birinin üyesi olup olmaması, suçun faili açısından önemlidir ancak eğer mağdurlar söz konusu gruplardan birinin üyesi olmasa bile failde böyle bir algı varsa bu da yeterli kabul edilmektedir