MANŞET

Boşanmanın Sebepleri ve Sonuçları Nelerdir?

Boşanmanın Sebepleri ve Sonuçları Nelerdir?

Kanundaki geçerlilik şartlarına uygun olarak kurulan bir evlilik ölüm, gaiplik veya boşanma ile sona erebilir. Boşanma ise, eşlerin kanunda sayılan sebeplerden birine dayanarak açtığı dava sonucunda evlilik birliğinin hâkim kararı ile sona ermesidir. Türk Medeni Kanunu’na göre boşanma ancak hâkim kararı ile gerçekleşebilir ve mutlaka kanunda sayılan sebeplerden birine dayanılması gerekir.

Boşanma sebepleri Medeni Kanun’un 161-166. Maddelerinde düzenlenmiştir. Boşanma sebepleri çeşitli yönlerden sınıflandırılabilir. Örneğin, bir kısım boşanma sebeplerinde evlilik birliğinin çekilmez hale gelmesi şartı aranır. Bu tür boşanma sebeplerine nispi boşanma sebepleri denir. bu şartın aranmadığı boşanma sebeplerine ise mutlak boşanma sebepleri denir. Mutlak boşanma sebeplerinde evlilik birliği temelinden sarsılmış mı incelenmez. Mutlak sebeplerin varlığı halinde doğrudan boşanma kararı verilir.

Bazı boşanma sebepleri kanunda özel olarak düzenlendiği için özel boşanma sebepleri olarak ifade edilmektedir. Evlilik birliğinin temelden sarsılması hali ise genel boşanma sebebidir.

Kanun sistematiğine uygun olarak özel boşanma sebeplerinden başlayarak inceleyelim:

ZİNA

Kanundaki tanıma göre zina, eşlerde birinin, evlilik birliği devam ederken, karşı cinsten bir kişi ile isteyerek cinsi münasebette bulunmasıdır. Zinanın süreklilik arz etmesi gerekmez, eşlerden birinin bu fiili bir kez gerçekleştirmiş olması yeterlidir. Flört ve benzeri yakın ilişkiler zina sayılmamakla birlikte zinanın varlığına fiili karine teşkil edebilirler. Eşler ayrılık kararı sonucunda ayrı yaşıyor olsalar bile bir başkası ile cinsi bir münasebette bulunma hali zina sayılır.

Zina, kusura dayalı özel ve mutlak bir boşanma sebebidir. Yani zinanın tespiti halinde hâkim boşanmaya karar vermek zorundadır. Ayrıca zinanın evlilik birliğini temelden sarsmış olup olmadığı araştırılmaz.

Zinayı öğrenen eş öğrenme tarihinden itibaren 6 ay içinde veya zina fiilinden itibaren 5 yıl içinde ne zaman öğrenmişse öğrenme tarihinden itibaren 6 ay içinde dava açmalıdır. Bu sürelerin geçmesi halinde dava hakkı düşer. Ayrıca af halinde de dava açılamaz. Yani zina fiilini öğrenen eş, karşı tarafı affetmişse bundan sonra dava açması söz konusu olamaz.

HAYATA KAST, PEK KÖTÜ MUAMELE VEYA ONUR KIRICI DAVRANIŞ

Hayata kast, bir eşin diğerini öldürme veya intihara teşvik veya yardım etme gibi fiilleridir. Bir plan dahilinde öldürmeye çalışma, yaralı eşin hayatını kurtarmak için gerekeni yapmama, intihara teşvik veya yardım hayata kasta örnek oluşturabilir. Genel olarak hayata kasta yönelik veya hayatı kurtarmaktan kaçınmaya yönelik bir fiil arandığından sadece tehdit bu boşanma sebebi için yeterli değildir.

Kanuni ifadesiyle ‘pek fena muamele’, eşin vücut bütünlüğüne veya sağlığına yönelik saldırı içeren fiillerdir. Burada da yine fiilin kasten işlenmiş olması gerekir. Fiilde devamlılık aranmaz.

Eşlerden birinin diğerinin onur ve saygınlığına aykırı olarak haksız suretle hakaret etmesi, onu küçük düşürmeye yönelik davranışlar onur kırıcı davranışlardır. Örneğin doğru olmamasına rağmen eş aleyhine hırsızlık ihbarında bulunulması, eşin evden atılması mahkeme koridorlarında eşe hakaret edilmesi.

Sayılan bu boşanma sebepleri kusura dayalı, özel ve mutlak sebeplerdir. Tepsileri halinde hakim boşanma kararı vermek zorundadır. Zinada olduğu gibi 6 aylık ve 5 yıllık dava açma süreleri mevcuttur. Af halinde dava açılamaz.

KÜÇÜK DÜŞÜRÜCÜ SUÇ İŞLEME VE HAYSİYETSİZ HAYAT SÜRME

İşlenen suçun küçük düşürücü bir suç olup olmadığını hâkim takdir eder. Yani her suç bu boşanma sebebini oluşturmaz. Hırsızlık, dolandırıcılık, hileli iflas örnek verilebilir. Suçun evlendikten sonra işlenmiş olması gerekir. Suç evlenmeden önce işlenmiş ve eş bunu sonradan öğrenmiş ise şartları varlığı halinde eş hata ya da hileye dayanarak evliliğin iptalini talep edebilir. Bir diğer seçenek olarak evlilik birliğinin temelden sarsılmasına dayanarak boşanma davası açabilir.

Kumarbazlık, ayyaşlık, randevu evi işletme, hayat kadını olarak çalışma haysiyetsiz hayat sürme olarak sayılabilir. Bu fiillerin devamlı olması gerekir. Fiillerin boşanma sebebi olabilmesi için evlilik sırasında devam ediyor olması gerekir.

Küçük düşürücü suç işleme ve haysiyetsiz hayat sürme sebepleri ile boşanma kararı verilebilmesi için bu sebeplerin eş için birlikte yaşamayı çekilmez hale getirmesi gerekir. Bu sebeplerle boşanma davası açılabilmesi herhangi bir süreye bağlı tutulmamıştır, her zaman açılabilir.

TERK

Eşlerden birinin haklı bir sebep olmaksızın ortak konuta dönmemesi, diğer eşin haklı bir sebep olmaksızın eşinin ortak konuta dönmesini engellemesi, eşin evlilik birliğinden doğan yükümlülüklerinden kaçınmak amacıyla ortak konutu terk etmesi veya diğer eşin ortak konutu terk etmeye zorlamaya yönelik fiillerdir. Kusura dayalı, özel ve mutlak bir boşanma sebebidir. Tespiti halinde mutlaka boşanma kararı verilir.

Terk fiili en az 6 ay sürmüş olmalıdır. bu süre dolmadan terke dayanılarak boşanma davası açılamaz. Süre dolmadan dönen eş, bir süre sonra tekrar terk ederse 6 aylık süre yeniden işlemeye başlar. Ayrıca terk eden eşe noter veya hakim aracılığıyla bir ihtarda bulunulması gerekir. Kanun’a göre bu ihtar terk fiilinin 4. Ayından itibaren yapılabilir. Bu şartların gerçekleşmesi halinde ihtara rağmen dönmeyen eşe terke dayalı boşanma davası açılabilir.

AKIL HASTALIĞI

Akıl hastalığı sebebiyle boşanma kararı verilebilmesi için üç şart aranmaktadır:

1. Akıl hastalığı evlilik sırasında var olmalıdır, ne zaman başladığının önemi yoktur.

2. Hastalığın iyileşmeyeceği resmi sağlık kurulu raporu ile tespit edilmiş olmalıdır.

3. Akıl hastalığı, diğer eş için ortak yaşamı çekilmez hale getirmiş olmalıdır.

Akıl hastalığı sebebiyle boşanma davası her zaman açılabilir, herhangi bir süreye tabi değildir.

Yukarıda ifade ettiklerimiz özel boşanma sebepleridir. Medeni Kanun’un 166. Maddesi genel boşanma sebeplerini düzenlemektedir. Genel boşanma sebepleri evlilik birliğinin temelinden sarsılması, eşlerin boşanma hususunda anlaşmış olmaları, ortak hayatın kurulamaması veya fiili ayrılık olarak sayılabilir.

Evlilik birliğinin temelinden sarsılması sebebinde önceden öngörülemeyen pek çok olay söz konusudur. Bu olaylar sebebiyle evlilik birliği temelinden sarsılmış olmalı ve eşlerden en az biri için ortak hayatın sürdürülmesi mümkün görünmemelidir.

Eşlerin anlaşması hali bir diğer ifade ile anlaşmalı boşanma için evlilik en az 1 yıl sürmüş olmalıdır. Eşlerin birlikte başvurması veya bir eşin diğerinin açtığı davayı kabul etmesi gerekir.

Daha önce herhangi bir sebeple açılan boşanma davası reddedilmiş ve bu ret kararının üzerinden 3 yıl geçmesine rağmen ortak hayatın kurulamamış olması halinde eşlerden biri boşanma davası açabilir.

BOŞANMA KARARI VE SONUÇLARI

Boşanma kararı ile evlilik sona erer. Bu sebeple boşanma kararı bozucu yenilik doğuran bir karardır. Boşanma kararı ile eşler yönünden, çocuklar yönünden ve mali birtakım sonuçlar doğar.

Boşanma Kararının Eşler Yönünden Sonuçları

Boşanma kararı ile evlilik birliği sona erer, taraflar yeniden evlenebilirler. Ancak kadının yeniden evlenebilmesi içim Kanun’un 132. Maddesine göre 300 günlük bekleme süresinin geçmiş olması gerekir.

TMK Madde 132:

Evlilik sona ermişse, kadın, evliliğin sona ermesinden başlayarak üç yüz gün geçmedikçe evlenemez. Doğurmakla süre biter.

Kadının önceki evliliğinden gebe olmadığının anlaşılması veya evliliği sona eren eşlerin yeniden birbiriyle evlenmek istemeleri hâllerinde mahkeme bu süreyi kaldırır.

Boşanan kadın, kural olarak eski eşinin soyadını kullanamaz. Evlenmeden önceki soyadına dönmek zorundadır. Ancak, kadının eski eşin soyadını kullanmakta menfaati varsa ve bu kullanımın devam etmesi durumunun eski eşe zarar vermeyeceği ispatlanırsa hakim eski eşin soyadını taşımasına izin verebilir. Kadının bu hususa ilişkin talepte bulunması gerekir.

Boşanma kararı ile birlikte artık eşler birbirlerine eş sıfatıyla yasal mirasçı olamazlar. Birbirleri lehine yaptıkları ölüme bağlı tasarruflar da aksi yönde anlaşma yapmadıkları sürece boşanma kararı ile kendiliğinden hükümsüz olur. Mirasçılıktan çıkarma ya da mirastan yoksunluk sebepleri yok ise ve eşler arasında eş sıfatları dışında başka bir kan hısımlığı sebebiyle mirasçılık durumu söz konusu ise bu sebeple oluşan yasal mirasçılık devam eder.

Boşanma Kararının Çocuklar Yönünden Sonuçları

Evlilik devam ederken velayet, anne ve baba tarafından birlikte kullanılır. Boşanma sonucunda ise hâkim durum ve koşulları değerlendirerek velayeti anne veya babadan birine verir. Bu konuda kanun hâkime geniş bir takdir yetkisi vermiştir.

Takdir yetkisindeki en önemli ve belki de hâkimi bağlayan tek husus çocuğun menfaatidir. Tarafların velayete ilişkin anlaşmış olmaları hâkimi bağlamaz. Yine tarafların maddi durumları ve çocuğun yetişme şartları da değerlendirmede dikkat edilecek hususlardır.

Boşanma sonrasında bir çocuğun doğması halinde, bu çocuğun velayetine ilişkin ayrı bir dava açılması gerekir. Velayet kendiliğinde boşanma kararına göre uygulanmaz.

Velayet kendisine bırakılan anne veya babanın ölümü halinde, velayet doğrudan diğerine geçmez, hakimin bu konuda karar vermesi gerekir.

Velayet kendisine verilmeyen tarafın çocukla kişisel ilişki kurma hakkı devam eder. Hakim kişisel ilişki kurulması ve düzenlenmesi durumunda karar verirken yine çocuğun menfaatine göre karar verir. Kanun’un 324. Maddesinde çocukla kişisel ilişki kuran tarafa bu ilişkiyi zedelememesi, çocuğun eğitim ve gelişimini engellemekten kaçınması gibi yükümlülükler yüklenmiştir.

TMK Madde 324:

Ana ve babadan her biri, diğerinin çocuk ile kişisel ilişkisini zedelemekten, çocuğun eğitilmesi ve yetiştirilmesini engellemekten kaçınmakla yükümlüdür.

Kişisel ilişki sebebiyle çocuğun huzuru tehlikeye girer veya ana ve baba bu haklarını birinci fıkrada öngörülen yükümlülüklerine aykırı olarak kullanırlar veya çocuk ile ciddî olarak ilgilenmezler ya da diğer önemli sebepler varsa, kişisel ilişki kurma hakkı reddedilebilir veya kendilerinden alınabilir.

Anne baba dışında kan hısımları gibi üçüncü kişiler de çocukla kişisel ilişki kurabilmek için hâkimden talepte bulunabilirler. Ancak burada anne ve babadan farklı olarak olağanüstü bir durum durumun varlığı halinde bu ilişki kurulabilir. Yani üçüncü kişi ile çocuk arasında kişisel ilişki kurulmasını haklı gösterecek bir yakınlık, durum bulunmalıdır.

Velayet kendisine verilmemiş olan eski eşin çocuğun bakım masraflarına katılma yükümlülüğü sona ermez, gücü oranında masraflara katılmak zorundadır. Hakim, iştirak nafakasına talep olmadan karar verir. Nafaka miktarı çocuğun ihtiyaçları, nafaka ödeyecek kişinin mali durumu göz önünde bulundurularak belirlenir.

Çocuk kendisine bırakılmayan taraf çalışamayacak durumda ise ve başka geliri yoksa nafaka ödemez. Kural olarak çocuk ergin oluncaya kadar ödenir. Ancak, çocuk ergin olmasına rağmen eğitimine devam ediyorsa iştirak nafakası eğitim sona erinceye kadar devam eder. Bir diğer durum, çocuk ergin olduktan sonra bakıma muhtaç ise Medeni Kanun’un 364. Maddesi hükmüne dayanarak yardım nafakası talep edebilir.

Boşanmanın Mali Sonuçları

Boşanma sebebiyle mevcut ya da beklenen menfaatleri zedelenen taraf, karşı tarafın kusurlu olması, kendisinin ise kusursuz veya daha az kusurlu olmak şartıyla karşı taraftan maddi tazminat talebinde bulunabilir. Tazminat miktarı hâkim tarafından belirlenir. Tazminatın zararın tam karşılığı olması gibi bir zorunluluk bulunmamaktadır. Maddi tazminat boşanma davası ile birlikte istenebileceği gibi ayrı olarak da istenebilir.

Boşanmaya sebep olan olaylar yüzünden kişilik hakkı saldırıya uğrayan taraf, kusuru ile buna sebebiyet veren diğer taraftan uygun bir miktar manevi tazminat ödenmesini isteyebilir. Manevi tazminatta da davacının hiç kusursuz olması aranmamış, davalıya oranla daha az kusurlu olması tazminat talebi için yeterli görülmüştür.

Medeni Kanun’un 175. Maddesine göre boşanma yüzünden yoksulluğa düşecek taraf, geçimini sağlayabilmek için diğer taraftan yoksulluk nafakası talep edebilir. Talepte bulunan tarafın boşanmada ağır kusurunun bulunmaması gerekir. Hiç kusursuz değilse bile davalı taraftan daha az kusurlu olmalıdır. buna karşılık maddi ve manevi tazminattan farklı olarak davalının kusurlu olması aranmaz.

Bir diğer şart, nafaka isteyen eş, çalışma gücünden yoksun olmalı veya başka bir geliri, serveti bulunmamalıdır. Nafaka miktarı bunu ödeyecek olan eşim mali gücü ile orantılı olarak belirlenir. Uygulamada genellikle irat şeklinde ödenmesi kararlaştırılsa da toplu olarak ödenmesi de mümkündür. Nafaka miktarının azaltılması veya artırılması, değişen koşullara göre yeniden belirlenmesi veya kaldırılması için mahkemeye talepte bulunulmalıdır.

Evliliğin boşanma sebebiyle sona ermesinden doğan dava hakları, hükmün kesinleşmesinden itibaren 1 yıl geçmekle zamanaşımına uğrar.

MAL TAKSİMİ

BOŞANMADA MAL TAKSİMİ

Eşlerin evlilik birliği devam ederken sahip olduğu malların kullanımı, tasarrufu ve tasfiyesine ilişkin hususlar mal rejimini oluşturmaktadır. Mal paylaşımı, evlilik birliği içinde edinilen malların boşanma kararı ile taraflar arasında seçtikleri mal rejimine uygun şekilde paylaştırılması esasına dayanır. Mal rejiminin tasfiyesine ilişkin dava boşanma davasından sonra açılır. Boşanma davası ile aynı anda ayrı bir dava olarak açılması halinde boşanma kararının kesinleşeceği süreye kadar bekletici mesele yapılır.

01.01.2002’den önce yürürlükte olan Medeni Kanun’da eşler arasında yasal olarak ‘Mal Ayrılığı Rejimi’nin geçerli olduğu kabul edilmekteydi. 01.01.2002’de yürürlüğe giren yeni kanun ile eşler arasındaki yasal mal rejimi ‘Edinilmiş Mallara Katılma Rejimi’ olarak kabul edilmiştir.

Bu nedenle mal rejimi tasfiyesi yapılırken tarafların herhangi bir mal rejimi sözleşmesi yapmadığı ihtimalde 2002 öncesinde satın alınan mallar kimin üzerine kayıtlı ise onun sayılacaktır. 2002 sonrasında satın alınan mallar ise taraflar arasında paylaştırılacaktır. Her iki durumda da evlenmeden önce satın alınan mallar kişisel mallar olarak isimlendirilir ve tasfiyede hesaba katılmaz.

Edinilmiş mallara katılma rejiminde temel kural malların yarı yarıya paylaştırılması olsa da tarafların malların alımına, iyileştirilmesine ilişkin katkıları değerlendirilir bu durumda paylaşma oranlarında birtakım farklılıklar söz konusu olabilir.

ÖLÜM HALİNDE MAL TAKSİMİ

Eşlerden birinin ölümü halinde sağ kalan eş evlilik birliği içinde edinilen malların yarısı üzerinde katılma alacağı hakkına sahip olur. Bu durumda mal rejiminin tasfiye tarihi eşin ölüm tarihidir. Ölen eşin terekesinden öncelikle sağ kalan eşin katılma alacağı ödenir. Kalan tereke mirasçılar arasında paylaştırılır. Sağ kalan eş aynı zamanda yasal mirasçıdır. Bu sebeple kalan tereke üzerinde yasal mirasçı sıfatıyla diğer mirasçılarla birlikte miras payı bulunmaktadır.

YARGITAY KARARLARI

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2014/2041E. 2014/3138K.

‘…Dosyadaki belgelerden, davacı-davalı kocanın akıl hastası olduğu ve 2.7.2013 tarihinde kısıtlandığı anlaşılmaktadır. Davalı-davacı kadının akıl hastalığına dayalı bir boşanma davası yoktur. (T.M.K. madde 165)

Davacı-davalı kocanın hareketleri iradi olmadığı ve bu sebeple kendisine kusur yüklenemeyeceğinden, davalı-davacı kadının Türk Medeni Kanununun 166/1. maddesine dayalı davasının reddine karar verilmelidir. Ancak davacı-davalı kocanın açtığı dava yönünden boşanma hükmü 15.1.2014 tarihinde kesinleştiğinden, davalı-davacı kadının davasında boşanma talebinin konusu kalmamıştır. Bu sebeple davalı-davacı kadının boşanma talebi yönünden “karar verilmesine yer olmadığına” şeklinde karar verilmesi gerektiğinden hükmün bozulması gerekmiştir.

Davacı-davalı koca 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 405. maddesinde yer alan sebeple kısıtlandığı ve babasının velayeti altına alındığı anlaşılmaktadır. Akıl hastalığının yıllardan beri süre geldiği dosya kapsamıyla sabit olup, bu durumda davacı-davalının ayırt etme gücü bulunmamaktadır.

Ayırt etme gücü bulunmayan kısıtlının davranışlarının iradi olduğu da kabul edilemez ve bu sebeple kendisine kusur yüklenemez. 0 halde eşini, “raporlu deli, şerefsiz, aptal, vs.”diyerek aşağılayan davalı-davacı kadın tamamen kusurludur. Davacı-davalı koca yararına maddi ve manevi tazminata hükmolunması gerekirken, bu husus gözetilmeden, yazılı şekilde davalı-davacı kadın yararına maddi (T.M.K.madde 174/1) ve manevi (T.M.K.madde 174/2) tazminata ve yoksulluk nafakasına (T.M.K.madde 175) hükmolunması doğru bulunmamıştır.

SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarda 2. ve 3. bentlerde gösterilen sebeplerle, kadının boşanma davası, kusur belirlemesi, tazminatlar ve yoksulluk nafakası yönünden BOZULMASINA,…’

Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2015/21712E. 2017/11K.

‘…Toplanan delillerden davacı erkeğin, eşine 27/01/2014 tarihinde terk ihtarı ( TMK m.164) tebliğ ettirdiği anlaşılmaktadır. Bir eş, terk ihtarı çekmekle eşinin ihtar istek tarihinden önceki kusurlu davranışlarını affetmiş, en azından hoşgörüyle karşılamış olur.

Affedilmiş veya hoşgörüyle karşılanmış olaylar da Türk Medeni Kanununun 166/1-2. maddesine dayalı boşanma davası için; boşanma sebebi olarak kabul edilemez. Davacı erkek eşinin ihtar tarihinden önceki kusurlu davranışlarını affetmiştir. İhtar istek tarihinden sonra davalı kadına yüklenebilecek başkaca yeni bir vakıanın varlığı da kanıtlanamadığına göre, boşanma davasının reddine karar verilmesi gerekirken davanın kabül edilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA,…’

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 2017/1286E. 2019/142K.

‘…bir davada ispat yükü, dayandığı vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan hak çıkaran yani vakıadan yararlanan kimseye aittir. TMK’nın 166/4. maddesinde de genel kuraldan ayrılmayı gerektiren herhangi bir düzenleme mevcut değildir. Şöyle ki, davacı daha önce bir boşanma davasının açıldığı ancak reddedildiği, bu davanın kesinleştiği ve kesinleşmeden itibaren üç yıllık süre zarfında ortak hayatın yeniden kurulmadığı hususundaki vakıalara dayanmaktadır. Bu vakıaların ispatı hâlinde elde etmek istediği sonuç “boşanma” kararı verilmesidir.

Dolayısıyla TMK’nın 166/4. maddesine dayalı davalarda ispat yükü davacıdadır ve davacı davasını dayandırdığı olguları ispat etmek zorundadır. Bu hususta tanık anlatımları, zabıta araştırması, nafaka, icra ve ceza dosyaları…gibi daha bir çok ispat aracına başvurabilecektir.

Somut olaya gelince; davacının daha önce açtığı boşanma davasının, “davacının davasını ispatlayamadığı gerekçesiyle” reddedilerek 20.01.2010 tarihinde kesinleştiği ve kesinleşme tarihi ile eldeki davanın açıldığı tarih arasında üç yıldan fazla bir sürenin geçtiği sabittir.

Ne var ki, davacı, 11.12.2013 tarihli ön inceleme duruşmasında “davaya ilişkin bildireceğim delilim yoktur” demek suretiyle kanunda öngörülen üç yıllık süre içerisinde ortak hayatın kurulması amacıyla bir araya gelinmediği hususunda herhangi bir ispat vasıtası sunmayacağını ortaya koymuştur.

Davalı kadın ise davaya cevap vermediği gibi duruşmalara da katılmamıştır. Bu durumda, HMK’nın 128. maddesi gereğince dava dilekçesinde ileri sürülen vakıaların tamamını inkâr etmekle yetinmiştir. Eldeki davanın resen araştırma ilkesinin uygulandığı bir dava olmadığı da açıktır. Bu sebeplerle, yukarıda açıklanan hususlara değinen yerel mahkeme direnme kararı usul ve yasaya uygundur.

Hukuk Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında, olayın özelliği itibariyle ispat külfetinin davalıda olduğu, menfi bir olgunun ispatının davacıya düşmeyeceği, kanunun amacına uygun yorum yapılması gerektiği, TMK’nın 166/4. maddesinde dayalı olarak açılan davalarda bir karinenin varlığının söz konusu olduğu, daha önce açılan boşanma davasının tarafların ayrı yaşadığına dair bir karine olduğu ve HMK’nın 190/2. maddesine göre de karinenin aksinin davalı tarafça ispat edilmesi gerektiği, yine tarafların yerleşim yeri adreslerinin ayrı olmasının ve davacının başka biriyle olan birlikteliğinden bir çocuğun dünyaya gelmesinin tarafların ayrı yaşadığını gösterdiği, bu durumda ispat yükünün yer değiştirdiği, sonuç olarak bozma kararının yerinde olduğu görüşleri ileri sürülmüşse de bu görüşler Kurul çoğunluğunca benimsenmemiştir.

Açıklanan nedenlerle, daha önceden açılan ve reddedilip kesinleşen davadan sonra eşlerin ortak hayatı kurmak amacıyla bir araya gelmediklerine dair vakıanın davacı tarafından ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine dair verilen direnme kararının onanması gerekmiştir.

SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile direnme kararının ONANMASINA,…

Boşanmanın Sebepleri ve Sonuçları Nelerdir?

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu