5326 Sayılı Kabahatler Kanunu Hk. Anayasa Mahkemesi Kararı
5326 Sayılı Kabahatler Kanunu Hk. Anayasa Mahkemesi Kararı
06 Ekim 2006 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 26311
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2006/34
Karar Sayısı : 2006/37
Karar Günü : 9.3.2006
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN MAHKEME : Danıştay Onüçüncü Daire
İTİRAZIN KONUSU : 30.3.2005 günlü, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk tümcesinin,
Anayasa’nın 2., 125. ve 155. maddelerine aykırılığı savıyla iptali ve yürürlüğünün durdurulması istemidir.
I – OLAY
3984 sayılı Yasa’ya aykırılık nedeniyle uygulanan idari para cezasının iptali istemiyle açılan davada verilen görevsizlik kararının temyiz incelemesinde,
itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Danıştay Onüçüncü Dairesi iptali için başvurmuştur.
II – İTİRAZ VE YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçesinin ilgili bölümleri şöyledir:
“5326 sayılı Kanun’un ‘Çeşitli Kabahatler’ başlıklı ikinci kısmında 3984 sayılı Kanun’da düzenlenen yayın ilkelerinin tekraren ihlâli nedeniyle verilen para cezaları yer almamakta ise de;
Kanun’un 2. ve 3. maddeleri gereğince, kabahat sayılan fiillerin sadece bu Kanunda sayılanlarla sınırlandırılmayıp,
diğer özel kanunlarda yer alan kabahat nev’inden eylemlerin de bu Kanundaki hükümlere tabi olması karşısında,
3984 sayılı Kanun’un 33. maddesinde yaptırıma bağlanan eylemlerin de “Kabahat” deyimi kapsamında kabul edileceği ve bu tür para cezalarına karşı sulh ceza mahkemesine başvurulacağı Kanun’un 27. maddesinin 1. bendinin birinci tümcesi gereğidir.
Anayasa’nın 2. maddesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik bir hukuk devleti olduğunu belirlerken, Devlet içinde tüm kamusal yaşam ve yönetimin yargı denetimine bağlı olmasını amaçlamıştır.
Anayasa’nın “İdarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolu açıktır” kuralıyla benimsediği husus da etkili bir yargısal denetimdir.
Anayasa’nın 125. maddesinin birinci fıkrasında yer alan bu kural, yönetimin kamu hukuku ya da özel hukuk alanına giren tüm eylem ve işlemlerini kapsamaktadır.
İdarî yargının benimsendiği anayasal sistemlerde, kural olarak kamu hukuku alanındaki eylem ve işlemler için idarî yargı, özel hukuk alanındakiler için de adlî yargı görevli olmaktadır.
Anayasa’nın 140. maddesinin birinci fıkrasında yer alan, “Hâkimler ve savcılar adlî ve idarî yargı hâkim ve savcıları olarak görev yaparlar”, 155. maddesinin birinci fıkrasında yer alan,
“Danıştay, idarî mahkemelerce verilen kanunun başka bir idarî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.
Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” biçimindeki düzenlemelerle tarihsel gelişime paralel olarak Anayasa’da adlî ve idarî yargı ayrımının benimsendiği görülmektedir.
Bu itibarla kural olarak idare alanına giren konularda idarî yargı, özel hukuk alanına giren konularda adlî yargı görevli olacağından,
idarî yargının görev alanına giren bir uyuşmazlığın çözümünde adlî yargının görevlendirilmesi konusunda yasa koyucunun mutlak bir takdir hakkının bulunduğunu söylemek olanaklı değildir.
Mahkemelerce uygulanan yaptırımlar kamu düzeni ve güvenliğini sağlamak amacına matuf olduğu halde, Kamu İdarelerine tanınan yaptırım uygulama yetkisiyle,
idarenin kamu hizmetlerini gereği gibi, etkin ve ivedilikle yürütebilmesi amacı gözetilmektedir.
Kişilere, idare hukuku alanındaki düzene aykırı davranışları nedeniyle verilen idarî cezalar, idarî yaptırımların en önemlilerinden biridir.
İdarî para cezalarını diğer cezalardan ayıran en belirgin nitelik, idarî makamlar tarafından verilmesidir.
İdarî bir makam tarafından tek taraflı olarak idare hukuku alanında kamu gücünün kullanılması suretiyle tesis edilmeleri nedeniyle idarî bir işlem oldukları tartışmasız olduğundan, çıkacak uyuşmazlıkların çözümünde de idarî yargının görevli olması gerekmektedir.
Bu itibarla itiraz konusu kural, idarî yargının görev alanına giren uyuşmazlıkların çözümünü adlî yargı yerlerine bırakmakla Anayasa’nın 125. ve 155. maddelerinin belirlediği bu idarî ve adlî yargı ayrımına aykırılık oluşturmaktadır.
Hukuk Devleti tüm organlarının üstünde hukukun mutlak egemenliğinin bulunmasını, yasa koyucunun da her zaman Anayasa ve hukukun üstün kuralları ile kendisini bağlı saymasını gerektirdiğinden,
yukarıda belirtildiği üzere Anayasa’nın 125 ve 155. maddelerine aykırı olan itiraz konusu kural, Hukuk Devleti ilkesine de aykırı düşmektedir.”
III – YASA METİNLERİ
A – İtiraz Konusu Yasa Kuralı
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun “Başvuru yolu” başlıklı 27. maddesinin itiraz konusu tümceyi de kapsayan (1) numaralı fıkrası şöyledir;
“MADDE 27.- (1) İdarî para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idarî yaptırım kararına karşı,
kararın tebliği veya tefhimi tarihinden itibaren en geç onbeş gün içinde, sulh ceza mahkemesine başvurulabilir. Bu süre içinde başvurunun yapılmamış olması halinde idarî yaptırım kararı kesinleşir.”
B – Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru gerekçesinde Anayasa’nın 2., 125. ve 155. maddelerine dayanılmıştır.
IV – İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi gereğince 9.3.2006 tarihinde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine, OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V – ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında idarenin kamu gücünü kullanarak verdiği idari yaptırım kararlarına ilişkin uyuşmazlıkların çözümünün,
idari yargı yerine itiraz konusu kuralla adli yargıya bırakılmasının, Anayasa’nın 2., 125., ve 155. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu tümcede, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı başvuru yeri ve süresi düzenlenmiştir.
Buna göre anılan türdeki kararlara karşı, kararın tebliği veya tefhiminden itibaren on beş gün içerisinde sulh ceza mahkemesine başvurulabilecektir.
5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun İkinci Kısmında “Çeşitli kabahatler” başlığı altında düzenlenen fiilleri,
ağırlıklı olarak 765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan kabahatler oluşturmaktadır.
Ayrıca, çeşitli yasalarda yer alan ve yaptırımı hafif hapis ya da hafif para cezası veya her ikisi olan fiillerin yaptırımı,
5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 7. maddesiyle idari para cezasına dönüştürülmüştür.
Bunlar hakkında uygulanan yaptırımın “idari” para cezası olarak değiştirilmesinin, anılan eylemlerin ceza hukuku alanına giren suç olma niteliğini etkilemeyeceği açıktır.
5326 sayılı Yasa’nın 3. maddesi 1.3.2006 günlü, E. 2005/108, K.2006/35 sayılı kararla iptal edilmiş, iptal hükmünün kararın Resmi Gazete’de yayımlanmasından başlayarak altı ay sonra yürürlüğe girmesi uygun bulunmuştur.
Anılan karadaki bu maddeye ilişkin iptal gerekçesi doğrultusunda, cezaî karakteri ağır basan bu eylemler açısından verilen idari para cezası ve/veya mülkiyetin kamuya geçirilmesi yaptırımlarına karşı başvurunun sulh ceza mahkemesince kanunda belirtilen usule göre incelenmesinde Anayasa’nın 2., 125. ve 155. maddelerine aykırılık bulunmamaktadır. İtirazın reddi gerekir.
Mehmet ERTEN bu karara farklı gerekçe ile katılmış; Şevket APALAK ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT ise katılmamışlardır.
VI – YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİ
30.3.2005 günlü, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk tümcesine yönelik iptal istemi 9.3.2006 günlü,E. 2006/34, K. 2006/37 sayılı kararla reddedildiğinden,
bu tümceye ilişkin YÜRÜRLÜĞÜN DURDURULMASI İSTEMİNİN REDDİNE, OYBİRLİĞİYLE karar verildi.
VII – SONUÇ
30.3.2005 günlü, 5326 sayılı “Kabahatler Kanunu”nun 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasının ilk tümcesinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE,
Şevket APALAK ile Osman Alifeyyaz PAKSÜT’ün karşıoyları ve OYÇOKLUĞUYLA, 9.3.2006 gününde karar verildi.
DEĞİŞİK GEREKÇE
İtiraz konusu kuralda, idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesine ilişkin idari yaptırım kararlarına karşı başvuru yeri belirtilmektedir.
Özel kanunlardaki çeşitli fiiller karşılığında öngörülen idari yaptırımlar ile suç olmaktan çıkartılmak istenen kabahat fiillerinin,
genel nitelikli bir kanunla düzenlenmesinde kamu yararı gören yasa koyucunun, kabahatler karşılığında öngörülen idari yaptırım kararlarının,
bir idari işlem olmasından çok cezalandırma amacı baskın ve ceza hukukunun genel ilkeleriyle daha yakın ilişki içinde olan bir hukuki işlem olduğunu kabul ederek,
bunlara uygulanacak olan genel hükümlerin yanı sıra, kabahatler karşılığında öngörülen idari para cezası ile mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı da idari yargı yerine ceza mahkemesine başvurulabilmesini mümkün kılan hükümlerin bulunduğu Kabahatler Kanunu’nu yasalaştırdığı anlaşılmaktadır.
İşlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı kimsenin cezalandırılamayacağına,
ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerinin kanunla konulacağına, mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceğine ilişkin,
Anayasa’nın 38. ve 142. maddelerinde belirtilen ilkelere ve ceza hukukunun genel prensiplerine uygun olmak koşuluyla, bu tür düzenlemelerin yasa koyucu tarafından yapılabileceğinde duraksama bulunmamaktadır.
Buna göre, idari yaptırım kararlarının ağırlıklı olarak cezalandırma amacı taşıdığını gözeten yasa koyucunun,
söz konusu Kanun’da uygulamaya yönelik diğer genel hükümlerle birlikte, idari yaptırım kararlarına karşı ceza mahkemesine başvurmayı öngörmesi,
ona Anayasa tarafından tanınan yasama yetkisinin gereği ve kaçınılmaz sonucu olduğunda kuşku yoktur.
Kabahat fiilinin, ceza hukukunun genel ilkeleriyle ilişki içinde olduğunun kabul edilmesi, ona ve idari yaptırım kararlarına karşı yapılacak itirazları idari yargı dışına taşıyan temel düşüncedir.
O nedenle Anayasa’da yer alan idari yargı ayırımına ilişkin düzenlemelerin, ceza mahkemesinin yetkilendirilmesini düzenleyen kuralla ilişkilendirilmek veya onlara aykırı görmek olanaksızdır.
Diğer taraftan, böyle bir düzenlemeyi Anayasa’ya aykırı kılan, Anayasa’da engelleyici veya buyurucu bir başka kural da bulunmamaktadır.
Bu nedenle itirazın reddine ilişkin karara, yukarıda açıkladığım gerekçe uyarınca katılıyorum.
Üye
Mehmet ERTEN
AZLIK OYU
5326 sayılı Yasa’nın 3. maddesi; Anayasa ile belirlenmiş idari yargının görev alanının gözetilmemesi gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi’nce iptal edilmişse de,
yargı yerlerini gösteren görevle ilgili kuralların yorumlarla değerlendirilmesi ve kapsamının belirlenmesi olanaksız ve duraksamalar doğmasına nedendir.
Başka bir aktarımla, uyuşmazlıkların görüleceği yargı yerlerinin açıklıkla ve kuşkuya yer bırakmadan yasalarda gösterilmesi gerekir.
Bu bakımdan, idari uğraşla ilgili ve idari işlem niteliğindeki idari para cezası ve mülkiyetin kamuya geçirilmesi kararlarına karşı,
Anayasal yargı ayrılığı kurallarına özen gösterilmeksizin adli yargı yerinin görevli kılınması sonucu veren düzenleme;
gerek bu biçimi ve gerekse yeni yasalaşma sürecinde de etkisi görülecek konumuyla Anayasa’nın 125., 140. ve 155. maddelerine aykırıdır.
Kuralın iptali gerekeceği oyuyla, kararın, 5326 sayılı Yasa’nın 27. maddesinin birinci fıkrasıyla ilgili kısmına karşıyım.
Üye
Şevket APALAK
KARŞIOY YAZISI
5326 sayılı Yasa’nın 27. maddesinin (1) numaralı fıkrasının Anayasa’ya aykırı olduğu yolundaki itirazın reddine ilişkin çoğunluk görüşüne, aşağıdaki nedenlerle katılmıyorum.
Ceza hukukunda, kişinin kendisi hakkındaki suçlamadan haberdar olması, savunmasını yapması ve cezanın,
ondan sonra verilmesi, temel ilkedir. İdare tarafından, kamu düzeninin korunması, kişilerin mevzuata uymalarının sağlanması amacıyla uygulanan yaptırımlarda ise ceza hukukunun bu temel kuralı, devlet ve toplum hayatının mahiyeti icabı geçerli olmamakta;
kişi, çoğu kez haberi olmadan yaptırıma uğramakta, ancak buna itiraz edebilmektedir. Bu itiraz imkanının güvencesi,
idarenin her türlü eylem ve işlemlerine karşı yargı yolunun açık olduğunu belirten, Anayasa’nın 125. maddesi ve yargı yeri de idari yargıdır.
765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 526. ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan fiillerin, 5326 sayılı Kabahatler Kanunu’nun İkinci Kısmı’nda “Çeşitli kabahatler” başlığı altında yeniden düzenlenmesi ve bunlara idari para cezası verilmesinin öngörülmesi ile,
bu eylemler artık ceza hukukunun kapsamı dışına çıkartılmış olmaktadır. Zira yaptırımın uygulanmasındaki yöntem,
ceza hukuku ilkelerine değil idare hukuku ilkelerine göre düzenlenmektedir. Kabahat sayılan eylemlerde bulunan kişilere yaptırım uygulanmadan,
yani idari para cezası verilmeden önce hakim huzurunda savunma olanağı tanınmaması ve idari işlem niteliğinde para cezası kesilmesi,
çoğunluk kararında belirtildiğinin aksine, eylemlerin cezai niteliğinin tamamen ortadan kalktığını göstermektedir.
Ceza değil idari işlem niteliğinde olan idari yaptırımların, Türk hukuk sisteminin kökleşmiş kurumları ve Anayasa kuralları gereğince,
idari yargı denetimine tabi olması gerekir. Adli yargının görev alanını, idari yargı aleyhine genişleten, idari para cezalarına karşı itirazların ceza mahkemesince incelenmesini öngören yasa kuralı,
Anayasa’nın 2., 125. ve 155. maddelerine aykırıdır. Bu nedenle iptali gerekir.