Anayasa Mahkemesi Kararı E.2010/28
Anayasa Mahkemesi Kararı E.2010/28
07 Şubat 2012 Tarihli Resmi Gazete
Sayı: 28197
Anayasa Mahkemesi Başkanlığından:
Esas Sayısı : 2010/28
Karar Sayısı : 2011/139
Karar Günü : 20.10.2011
İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Diyarbakır 1. İdare Mahkemesi
İTİRAZIN KONUSU : 14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 12.5.1982 günlü, 2670 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 125. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin “Belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak,” biçimindeki (j) alt bendinin Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırılığı savıyla iptali istemidir.
I- OLAY
Davacının, hakkında öngörülen kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının iptali için açtığı davada itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur.
II- İTİRAZIN GEREKÇESİ
Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir:
“A) MADDİ OLAY: Diyarbakır Çocuk Hastalıkları Hastanesinde Teknik İşler ve Satın Alma memuru olarak görev yapan davacının, satın aldığı araca ilişkin (1) ay içinde ek mal bildiriminde bulunmaması sebebiyle
verilen 1 yıl süreyle kademe ilerlemesinin durdurulması cezasına ilişkin Diyarbakır Valiliği tarafından tesis edilen 24.9.2009 tarih ve 2009/19 sayılı işlemin; cezaya konu aracı banka kredisiyle aldığı ve ödemenin devam etmesi sebebiyle mal varlığında kesin bir artış meydana gelmediği ileri sürülerek işlemin iptali ve yürütmesinin durdurulması istenilmektedir.
B) İPTALİ İSTENEN KANUN MADDESİ:
657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesinin (D) bendinin (j) fıkrasında yer alan; “Belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak” hükmünün iptali istenilmektedir.
C) ANAYASAYA AYKIRILIK SEBEPLERİ:
1- ANAYASANIN 2. MADDESİ YÖNÜNDEN:
Anayasanın 2. maddesinde; Türkiye Cumhuriyetinin bir hukuk devleti olduğu hükmüne yer verilmiştir.
Hukuk devleti ilkesinin gerçekleştirilmesinin unsurlarından biri “suç ve cezalar arasında ölçülülük” ilkesidir. Buna göre,
öncelikle yasakoyucu norm koyarken insan hak ve özgürlüklerine getirilen sınırlandırmanın sınırı olarak ölçülülük ilkesi ile bağlıdır.
İlke, ceza hukukuna ilişkin yasal düzenlemeler açısından bir suç için öngörülen cezanın, bu suçun işlenmesi sonucu bozulan kamu düzeninin yeniden tesisi amacına elverişli, gerekli ve bu amaçla orantılı olması şeklinde tanımlanabilir.
Bir başka deyişle “Yasakoyucunun ceza saptamadaki yetkisinin sınırını hukuk devleti ilkesi oluşturur. … Cezaların, suçların ağırlık derecesine göre önleme ve iyileştirme amaçları da göz önünde tutularak,
adaletli bir ölçü içerisinde konulması ceza hukukunun temel ilkelerindendir.” “Suç ile ceza arasındaki oranın adalete uygun bulunup bulunmadığını, o suçun toplum hayatında yarattığı etkiye ve kamu vicdanında aldığı tepkiye göre
takdir etme zorunluluğu vardır. Bu orantısallık bağının bulunması, hukuk devleti ilkesinin ve adalet anlayışının bir gereğidir. Yasakoyucu cezaların türünü seçerken ve sınırlarını belirlerken mutlak adalet ölçülerini izlemek zorundadır.”
Yine kural olarak, suçun ve ortaya çıkan toplumsal ve şahsi zararın ağırlığına, failin kişiliğine ve fiilin özelliklerine göre cezanın şahsileştirilmesi olanağının hâkime verilmesi de ölçülülük ilkesinin gereğidir. Yasakoyucunun bu kuralları açıkça ihlal eder nitelikte yasa koyması Anayasa’ya aykırı olacaktır.
İptali istenilen fıkrada; “belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak” kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektirmektedir. 657 sayılı Yasada disiplin cezaları;
uyarma, kınama, aylıktan kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması ve Devlet Memurluğundan Çıkarma cezası olarak beş kategoride düzenlenmiştir. Maddedeki ceza sıralamasının en hafif olandan,
en ağır olana şeklinde olduğu göz önünde tutulursa, kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının ağır bir disiplin cezası olduğu söylenebilir. Nitekim cezayı gerektiren diğer eylemlere bakıldığında
(örneğin; (b) fıkrasında; özürsüz ve kesintisiz 3-9 gün göreve gelmemek), sözü edilen disiplin cezasına konu edilen eylemlerin kamu görevlisi için, Devlet memurluğuyla ilişkisini kesebilecek nitelikte,
ancak o kadar da ağır olmadığı söylenebilir. Şöyle ki 657 sayılı Yasanın Memurluğun Sona Ermesi başlığı altında yer alan 4. bölümde bulunan 94. maddesinde “çekilme” konusu düzenlenmiş, buna göre;
mezuniyetsiz veya kurumlarınca kabul edilen mazereti olmaksızın görevin terk edilmesi ve bu terkin kesintisiz 10 gün devam etmesi halinde, yazılı müracaat şartı aranmaksızın, çekilme isteğinde bulunulmuş sayılacağı kuralına yer verilmiştir.
Özürsüz ve kesintisiz 9 gün göreve gelmemek kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektirirken, aynı şekilde 10 gün gelmemek ise Devlet memurluğundan çekilme sonucunu doğurmaktadır. Bu durum;
kademe ilerlemesinin durdurulması cezası ile, kamu görevlisi için ne kadar ağır sayılabilecek eylemlerin düzenlendiğini göstermektedir.
İdareci olarak atanabilmek için aylıktan kesme cezası ve kademe ilerlemesinin durdurulması cezası almamak koşulunun arandığı dikkate alındığında, bu cezanın ağır bir disiplin cezası olduğu söylenebilir.
Sözü edilen cezanın diğer disiplin cezaları arasındaki ağırlığı bu şekilde ortaya konulduktan sonra, bu ağırlıkla iptali istenilen fıkrada yer alan eylemin karşılaştırması yapılabilir. Öncelikle belirtilmelidir ki,
fıkrada düzenlenen; “belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak” eylemi “şekli” bir suçtur. Şekli suçların kasıttan soyut olamayacağı bilinen ceza kuralıdır. Mal bildiriminde bulunmamak ya da süresi içerisinde bulunmamak eylemleri olayına özgü değerlendirilmelidir.
Memurun görevini yerine getirirken kamu görevi yapmanın verdiği yetkiyi kullanarak elde etmiş olduğu malvarlığını bildirmeme veya geç bildirmedeki kastı ve buradaki eylemin ağırlığı ile memurun kredi ile almış olduğu bir aracı bir ay geçtikten sonra (örneğin 31. Günde) bildirmesi aynı derecede ağır değildir.
Bu iki örnekte, eylemin ağırlığını belirleyen bildirilmeyen malın niteliği ile memurun bildirmeme ya da süresinden sonra bildirmedeki kastı oluşturmaktadır. İlk örnekte eylemin ağırlığının kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının gerektirdiği tereddütsüz söylenebilir ise de,
ikinci örnekte aynı yargıya varmak haksızlık olur. Kanun koyucu iptali istenen fıkrayı, suistimalleri önlemek için en ağır hali düşünerek düzenlemiştir. Halbuki hiç bir kötü niyet olmaksızın memurun sırf dikkatsizliği, özensizliği ya da kayıtsızlığından dolayı basit bir edinim kanunda yer alan
süreden bir veya iki gün sonra bildirilmiş olabilir. Ya da; yine hiç bir kötü niyeti olmaksızın beyanda bulunulması gereken edinimin hukuken hangi tarihte gerçekleştiğini memur bilemeyebilir.
(Örneğin; rehinli araba ne zaman gerçekte edinilmiş sayılır?) Bu gibi durumlarda da aynı cezanın verilmesi, suç ile ceza arasındaki orantısızlığın göstergesi olup, bu sebeple maddenin iptali gerekir.
2- ANAYASANIN 38. MADDESİ YÖNÜNDEN:
Anayasa’nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz”, denilerek “suçun yasallığı”, üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek “cezanın yasallığı” ilkesi vurgulanmıştır.
“Suç ve cezanın yasallığı” ilkesi; Anayasa’nın yasaklayıcı ve buyurucu kuralları ile gerek toplum yaşamı, gerek kişi hak ve özgürlükleri yönlerinden getirdiği güvencelere aykırı olmamak koşuluyla
bu konuda gerekli düzenlemeleri yapma yetkisinin yalnız yasa koyucuya ilişkin olmasını zorunlu kılar. Bu ilkenin esası, kişilerin yasak eylemleri ve bunlar karşılığında verilecek cezaları önceden bilmelerini sağlamak düşüncesine dayanmaktadır.
Suç ve cezaların yalnızca yasayla konulup kaldırılması da yeterli olmayıp, kuralların kuşkuya yer vermeyecek biçimde açık ve sınırlarının da belli olması gerekir.
Bununla birlikte ele alınabilecek bir başka hüküm; Anayasa’nın 2. maddesinde düzenlenen hukuk devletinin temel ilkelerinden biri olan “belirlilik” ilkesidir.
Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir.
Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey, yasadan, belirli bir kesinlik içinde, hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını bilmelidir.
Ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını ayarlar. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
İptali istenen fıkrada “belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak” eylemi cezaya konu edilmekle birlikte,
belirlenen durum ve sürelerin ne ya da neler olduğu ceza maddesinde açık ve net olarak düzenlenmemiştir. Her ne kadar 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması,
Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanununda ve Mal Bildiriminde Bulunulması Hakkında Yönetmelik de, hangi durumlarda ve hangi sürede mal bildiriminde bulunulması gerektiği düzenlenmiş ise de, sözü edilen “belirlilik” ilkesi gereği,
bu durum ve sürelerin, başka kanun ve yönetmeliklerde değil, cezanın verildiği madde içerisinde yer alması gerekmektedir.
Cezaya konu eylemin oluşup oluşmadığının ya da hangi hallerde oluştuğu konusunun açıklığa kavuşması için ilgililer mevzuatı araştırma gereği duyuyorsa, bu ceza maddesinin açık ve net olduğundan söz edilemez.
Bununla birlikte, 3628 sayılı Kanunda yer almakla birlikte; hangi hallerin mal edinme sayıldığı ve hangi tarihte mal edinmenin gerçekleştiğinin tespiti noktasında da bir açıklık bulunmamaktadır. Maddi olayda olduğu gibi,
kredi ile alınan dolayısıyla rehinli olan aracın, rehin kalktığında mı yoksa tescil tarihinde mi malın edinilmiş sayıldığı açıkça düzenlenmemiştir. Böyle bir durum kanunda açık ve net olarak düzenlenmeli ilgililerin hukuki yorumuna ve bilgisine bırakılmamalıdır. Yine; hisse senedi,
tahvil, bono, gayrimenkul vs.nin hangi hallerde edinilmiş sayılacağı ve buna göre de bildirilmesi gerektiği konusu da ilgililerin hukuki yorum ve bilgisine bırakılmaktadır. Halbuki her bir mal çeşidine göre bildirim için geçerli olan sürenin hangi tarihte başlayacağının ceza maddesinin de net olarak belirlenmesi gerekmektedir.
İptali istenen fıkrada, bu şekilde bir açıklık bulunmadığından bu fıkra, Anayasanın 2. ve 38. maddelerine aykırıdır ve iptali gerekir.
SONUÇ VE İSTEM:
Açıklanan nedenlerle, Anayasanın 152/1. maddesi uyarınca; 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 125. maddesinin (D) bendinin (j) fıkrasında yer alan; “Belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak”
ibaresinin iptali istemiyle dosyanın Anayasa Mahkemesine gönderilmesine ve anılan yasa hükmünün iptalinin istenilmesine, dava dosyasının tüm belgeleriyle onaylı suretinin dosya oluşturularak karar aslı ile birlikte
Anayasa Mahkemesine sunulmasına, işbu karar aslı ile dosya suretinin yüksek mahkemeye tebliğinden itibaren beş ay beklenilmesine, beş ay içinde netice gelmezse mevcut mevzuata göre dosyanın görüşülmesine, 10/02/2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.”
III- YASA METİNLERİ
A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı
14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 12.5.1982 günlü, 2670 sayılı Yasa’nın 31. maddesiyle değiştirilen 125. maddesinin birinci fıkrasının itiraz konusu (j) alt bendini de içeren (D) bendi şöyledir:
“D- Kademe ilerlemesinin durdurulması: Fiilin ağırlık derecesine göre memurun, bulunduğu kademede ilerlemesinin 1 – 3 yıl durdurulmasıdır.
Kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiil ve haller şunlardır.
a) Göreve sarhoş gelmek, görev yerinde alkollü içki içmek,
b) Özürsüz ve kesintisiz 3 – 9 gün göreve gelmemek,
c) Görevi ile ilgili olarak her ne şekilde olursa olsun çıkar sağlamak,
d) Amirine veya maiyetindekilere karşı küçük düşürücü veya aşağılayıcı fiil ve hareketler yapmak,
e) Görev yeri sınırları içinde herhangi bir yeri toplantı, tören ve benzeri amaçlarla izinsiz kullanmak veya kullandırmak,
f) Gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek,
g) Yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına bilgi veya demeç vermek, g) (…) (Madde 125 in (D) bendinin (g) alt bendi, 21.9.2004 tarih ve 25590 sayılı R.’de yayımlanan, 17.9.2004 tarih ve 5234 sayılı Kanunun 33. maddesinin (f) bendi hükmü gereğince yürürlükten kaldırılmıştır.)
h) Ticaret yapmak veya Devlet memurlarına yasaklanan diğer kazanç getirici faaliyetlerde bulunmak,
ı) Görevin yerine getirilmesinde dil, ırk, cinsiyet, siyasî düşüncü, felsefi inanç, din ve mezhep ayrımı yapmak, kişilerin yarar veya zararını hedef tutan davranışlarda bulunmak,
j) Belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak,
k) Açıklanması yasaklanan bilgileri açıklamak,
l) Amirine, maiyetindekilere, iş arkadaşları veya iş sahiplerine hakarette bulunmak veya bunları tehdit etmek,
m) Diplomatik statüsünden yararlanmak suretiyle yurt dışında, haklı bir sebep göstermeksizin ödeme kabiliyetinin üstünde borçlanmak ve borçlarını ödemedeki tutum ve davranışlarıyla Devlet itibarını zedelemek veya zorunlu bir sebebe dayanmaksızın borcunu ödemeden yurda dönmek,
n) Verilen görev ve emirleri kasten yapmamak,
o) Herhangi bir siyasî parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak.”
B- Dayanılan Anayasa Kuralları
Başvuru kararında, Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine dayanılmıştır.
IV- İLK İNCELEME
Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca, Haşim KILIÇ, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Fulya KANTARCIOĞLU,
Ahmet AKYALÇIN, Mehmet ERTEN, Fettah OTO, Serdar ÖZGÜLDÜR, Şevket APALAK, Serruh KALELİ, Zehra Ayla PERKTAŞ ve Recep KÖMÜRCÜ’nün katılmalarıyla 1.4.2010 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasına geçilmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir.
V- ESASIN İNCELENMESİ
Başvuru kararı ve ekleri, işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan Anayasa kuralları ve bunların gerekçeleri ile diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:
Başvuru kararında; yasa koyucunun iptali istenen fıkrayı suistimalleri önlemek için en ağır hali düşünerek düzenlediği, halbuki hiçbir kötü niyet olmaksızın memurun sırf dikkatsizliği, özensizliği ya da kayıtsızlığından dolayı
basit bir edinimin kanunda yer alan süreden bir veya iki gün sonra bildirilmiş olabileceği ya da yine hiçbir kötü niyet olmaksızın beyanda bulunulması gereken edinimin hukuken hangi tarihte gerçekleştiğinin memur tarafından bilinemeyebileceği,
bu gibi durumlarda da kademe ilerlemesinin durdurulması cezasının verilmesinin suç ve ceza arasındaki orantısızlığın göstergesi olduğu, iptali istenen fıkrada öngörülen belirlenen durum ve sürelerin ne ya da neler olduğunun
ceza maddesinde açık ve net olarak düzenlenmediği, belirlilik ilkesi gereği bu durum ve sürelerin başka kanun ve yönetmeliklerde değil, cezanın verildiği madde içersinde yer alması gerektiği, bu nedenle itiraz konusu kuralın Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırı olduğu ileri sürülmüştür.
İtiraz konusu kuralda, belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak eylemi kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiil ve hallerden birisi olarak belirtilmektedir.
Anayasa’nın 2. maddesinde yer alan hukuk devletinin temel ilkelerinden biri “belirlilik”tir. Bu ilkeye göre, yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık,
net, anlaşılır ve uygulanabilir olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir.
Belirlilik ilkesi, hukuksal güvenlikle bağlantılı olup birey hangi somut eylem ve olguya hangi hukuksal yaptırımın veya sonucun bağlandığını, bunların idareye hangi müdahale yetkisini doğurduğunu bilmelidir.
Birey ancak bu durumda kendisine düşen yükümlülükleri öngörebilir ve davranışlarını belirler. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini,
devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar.
Disiplin cezaları, kamu görevlilerinin görev, yetki ve sorumlulukları kapsamında kamu hizmetlerinin yürütülmesi ve kamu yararının devamlılığının sağlanması amacıyla yasal olarak düzenlenmiş yaptırımlardır.
Kamu hizmetlerini yürüten kamu görevlilerinin görev anlayışları, yetki ve sorumlulukları kamu hizmeti ve hizmet gerekleri ile sınırlandırılmış, bu sınırlar dışına çıkanların ise disiplin cezaları ile cezalandırılmaları öngörülmüştür.
Bu bağlamda 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 124. maddesinde, kamu hizmetlerinin gereği gibi yürütülmesini sağlamak amacı ile kanunların, tüzüklerin ve yönetmeliklerin devlet memurlarına yüklediği ödevleri
yurt içinde ve yurt dışında yerine getirmeyenlere, uyulmasını zorunlu kıldığı hususları yapmayanlara, yasakladığı işleri yapanlara durumun niteliğine ve ağırlık derecesine göre, 125. maddede sıralanan disiplin cezalarından birinin verileceği hükme bağlanmıştır.
Anayasa’nın 38. maddesinin ilk fıkrasında, “Kimse, … kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz” denilerek “suçun yasallığı”,
üçüncü fıkrasında da “ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur” denilerek, “cezanın yasallığı” ilkesi getirilmiştir.
Anayasa’da öngörülen suçta ve cezada yasallık ilkesi, insan hak ve özgürlüklerini esas alan bir anlayışın öne çıktığı günümüzde, ceza hukukunun da temel ilkelerinden birini oluşturmaktadır.
Anayasa’nın 38. maddesine paralel olarak Türk Ceza Kanunu’nun 2. maddesinde yer alan “suçta ve cezada kanunilik” ilkesi uyarınca,
hangi eylemlerin yasaklandığı ve bu yasak eylemlere verilecek cezaların hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde yasada gösterilmesi, kuralın açık,
anlaşılır ve sınırlarının belli olması gerekmektedir. Kişilerin yasak eylemleri önceden bilmeleri düşüncesine dayanan bu ilkeyle temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınması amaçlanmaktadır.
Anayasa’nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından disiplin cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir.
Anayasa’nın 71. maddesi ile kamu hizmetine girenlerin mal bildiriminde bulunmaları ve bu bildirimlerin tekrarlanma sürelerinin kanunla düzenleneceği, yasama ve yürütme organlarında görev alanların bundan istisna edilemeyecekleri belirtilmiştir.
Kamu görevlilerinin mal bildiriminde bulunması ile ilgili yasal düzenlemelerden yasa koyucunun bu konuya büyük önem verdiği anlaşılmaktadır. 657 sayılı Kanun’un “mal bildirimi” başlıklı 14. maddesinde
“Devlet memurları, kendileriyle, eşlerine ve velayetleri altındaki çocuklarına ait taşınır ve taşınmaz malları, alacak ve borçları hakkında, özel kanunda yazılı hükümler uyarınca, mal bildirimi verirler.” hükmü yer almaktadır.
Bu hükümle mal bildiriminde bulunmak memurun ödev ve sorumluluklarından birisi olarak sayılmakta, 657 sayılı Kanun’un 125. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinde de, belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren bir eylem olarak öngörülmektedir.
657 sayılı Kanun’un 14. maddesinde bahsi geçen özel kanun ise 19.4.1990 günlü, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması,
Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’dur. Bu Kanunun amacı, mal bildiriminde bulunmayı sağlayarak rüşvet ve yolsuzluklarla mücadele etmek olup, Kanun’da mal bildirimine ilişkin esaslar açıklanmaktadır.
3628 sayılı Kanunda, mal bildiriminde bulunacaklar, bildirimlerin konusu, zamanı, birden fazla mal bildiriminde bulunulması,
bildiriminin yenilenmesi, bildiriminin verileceği merciler ve bildirimlerin gizliliğine ilişkin hususlar belirtilmekte, ayrıca mal beyanında bulunmamak eylemi hapis cezasını gerektiren bir suç olarak kabul edilmektedir.
Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi disiplin hukuku açısından da Anayasa’ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin suç sayılacağı,
bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, cezayı ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerin belirlenmesi gibi konularda yasa koyucunun takdir yetkisi bulunmaktadır.
Bu nedenle mal beyanında bulunmamak disiplin suçunun ne şekilde cezalandırılacağı hususu yasa koyucunun takdir yetkisi içinde kalmaktadır.
İtiraz konusu kuralla, “belirlenen durum ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak” eylemi disiplin suçu olarak kabul edilerek bu suçun unsurları ve şartları atıf yapılan
3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması, Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nda düzenlenmiş ve bu eylem nedeniyle verilecek disiplin cezası itiraz konusu kuralla açıkça belirlenmiştir.
Gerek suçun gerekse yaptırımın kanunla düzenlenmiş olması karşısında, itiraz konusu kuralda bir belirsizlik ve öngörülemezlikten söz edilemeyeceğinden suç ve cezaların kanuniliği ilkesine aykırılık bulunmamaktadır.
Açıklanan nedenlerle kural, Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırı değildir. İptal isteminin reddi gerekir.
VI- SONUÇ
14.7.1965 günlü, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 12.5.1982 günlü, 2670 sayılı Kanun’un 31. maddesiyle değiştirilen 125. maddesinin birinci fıkrasının (D) bendinin “ Belirlenen durum
ve sürelerde mal bildiriminde bulunmamak,” biçimindeki (j) alt bendinin Anayasa’ya aykırı olmadığına ve itirazın REDDİNE, 20.10.2011 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.